Yazan: İlayda Çavdar
İki bin yirmi bir.
İnişlerinde psikolojimizi zorlayan, çıkışlarında şükrü tattıran bir yıl. Öyle şeyler yaşadık ki sadece 12 ayda kalplerimiz her duyguyu hissetti, belki daha önce varlığını bile bilmediği hisleri keşfetti . En iyi anlarla en kötü tecrübeleri peşi sıra yaşatarak güzelliklerin ve kötülüklerini birbirini nasıl tamamladığını öğretti. Kesinlik ve tahmin edilebilirlik kavramları hayatımızı terk etti; her an her şeyin değişebileceğini gördük, en beklenmeyen anda en beklenmeyen olayların yaşandığına tanıklık ettik.Hayatın her değişen yanıyla bizim de doğrularımız - veya belki de doğru bildiklerimiz- değişti; bambaşka insanlar olduk hatta bazen kendimizi tanıyamaz hale geldik. Gözle göremediğimiz küçücük bir virüs koskoca insanlığı bazen haftalarca evlerine kapattı.
Sınırlarımız durmadan genişledi ve daraldı, bir gün evimizin dışına adım atmamız bile yasakken ertesi gün kıtalar arası seyahatler mümkün kılındı. Tüm varlığımızı sanal âleme taşıdık da bir hayatlarımızın gerçeklerine bir de ilişkilerin samimiyetine yer kalmadı o büyük ekranlarda. Kısıtlanmışlık bize “Ne kadar özgürmüşüz de fark edememişiz!” dedirtti, bitmeyen karantinalarda yalnız kalınca anladık sevdiklerimize sarılmanın değerini. Tek başımıza olmaktan zevk almayı öğrendik, saatlerce içimizi dinledik, sevdiklerimizi göremeyince kendimizi sevdiklerimizden biri haline getirdik. Ağladık, güldük, öğrendik, değiştik ve önemlisi : yaşadık.
“Seneye nasıl başlarsan öyle devam eder.” derler, 2021 senesi bu sözü çok ciddiye almış sanırım. Evlerde, izole, “sosyal mesafeli” bir giriş yaptık yıla. Kutlamalar yapamadan geçirdiğimiz ilk yılbaşıydı bu. Belki çoğumuz geri sayım bile yapmadık 2020’nin son saniyelerinde çünkü bu yeni yıla umut beslemekti. 2020 gibi her felaketi üst üste yaşadığımız bir yıldan sonra güzellikleri ümit edemedik, beklentilerimizi düşürdük. 2021’e girerken “Gelen gideni aratmasın da…” demekten daha fazlasını dilemeye cesaret edemedik.
Küçük bir çocukken hayalini kurduğumuz gençlik yılları, lise anıları tamamen hayal oldu. Hayatta dur durak dinlemeden gezmemiz gereken dönemlerimizde evimizin o sayılı metrekarelerinde sıkıştık kaldık. Biz gençler içimizdeki enerjiyi hiçbir yere sığdıramamış iken bize tüm hayatımızı dört duvar bir odada yaşamamız söylendi. Her şeyimizi “online” yapmaya başladık. Dersler online, arkadaşlıklar online, belki de tüm hayat online. Okula gitmek dostlarla toplanıp muhabbet etmek, sokaklarda saati kontrol etmek zorunda kalmadan gezmek bize birer lüks gibi gözükmeye başladı. Normal bildiğimiz her şey anormalleşti, bir yıl önce aklımıza bile gelmeyecek şeyler günlük rutinimiz oldu. Ama gerçek o ki insanoğlu kolay adapte olur. Bu eski hayat şartlarımıza tamamen zıt düşen şartları sorgulamayı hemen bıraktık, sanki hiç özgür olmamışız gibi evimizdeki esaretimizi kabul ettik, dış dünyadan uzaklaşmayı kabullendik. Tamamen de kötü olmadı ki bu durum, yıllardır bulamadığımız boş vakitler bizim oldu. Kimilerimiz bu vakitleri verimli kullanarak kendini aştı, kimilerimiz sadece yattı ve eski yoğun hayatlarının yorgunluğunu üstlerinden attı. Her birimizin karantinası her yönden birbirinden ayrıydı, bizim birbirimizden aylarca ayrı olduğumuz gibi. İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır ama bu yıl kendi doğamızla bile aramızda sosyal mesafe koyduk. “Sosyal mesafe” demişken, bu kavramda bir manidarlık olduğu kanısındayım. 2020 yılında hayatlarımıza giren, 2021’de nereye kafamızı çevirsek uyarılarıyla karşılaştığımız bu iki sözcük, aslında virüsten korunmak için gerekli olan 1.5 metrelik bir “fiziksel mesafe”yi tanımlıyor.
Comentários