Yazan: İrem Yıldırım
Görkemli kadrajları ve içerdiği anlamlarla dünya çapında en çok izlenen ve 2000li yılların görsel efekt algısını yıkıp yeni bir çağ başlatan Avatar filminin ikincisi çıktı.
Film, insanlarla yapılan savaşta aldıkları galibiyetten bu yana mutluluk ve huzur dolu bir manzarayla başlar. Avatar’ın bu filminde, Jake Sully ve Neytiri mutlu bir aile kurmuşlardır. İki yeniyetme oğulları Neteyam ve Lo’ak ile Tuk adında küçük bir kızları vardır. Pandora’nın bile ölenleri diriltecek rolü yoktur ancak anlaşılan o ki önceki filmde ölmüş olan Grace’i canlandıran Sigourney Weaver olmadan yapamamış film yönetmeni James Cameron’un böyle bir yeteneği var, çünkü ikinci filmde Grace’in hamile olduğu öğreniliyor ve karnındaki bebek sağlıklı bir kız çocuğu olarak doğuyor. Grace’in gençleşmiş yüzüne sahip Kiri, Jake Sully ve Neytiri tarafından evlatlık olarak aileye dahil ediliyor. Ebeveynlik işleriyle meşgul olan çift bir gün bu işlerin yorgunluğundan kaçıp bir sevgili gibi yıldızları seyrederken bir insan savaş gemisinin gezegenlerine yaklaşmakta olduğunu görür. Dünya gezegeni artık ölmek üzeredir ve bu sefer buraya maden aramak için değil çevreyi ıslah etmeye gelmişlerdir ve bunun için de yaptıkları ilk iş çevresel felaket boyutunda bir yangın çıkarmaktır. Bu toplumsal felaketin kişisel bir boyutu da vardır. Na’vi halkını yöneten, yıllar önceki direnişin kahramanı Jake Sully’nin aradan çıkarılması gerekmektedir. Bunun için, ordunun en hain ve şiddet düşkünü birkaç eski askerinin bilincinin avatarlara aktarıldığı bir öldürücü tim oluşturulmuştur. Filmde ölüleri yeniden hayata getirebildiğini fark eden Cameron bu kez ilk filmin kötü adamı, Jake’i yok etmeye çalışırken Neytiri tarafından öldürülmüş olan Quaritch’in bilincini timin başındaki avatara yüklemiştir. Jake Sully peşindekilerin öncelikle Na’vilere saldıracaklarını bildiğinden hem kabilesini hem de ailesini korumak için ailesiyle beraber uzaklara gitmeye karar verir. Onları okyanus kıyısında yaşayan, Tonowari ve eşi Ronal tarafından yönetilen Metkayina kabilesine götürür. Buradan sonra filme suyun üstünün ve deniz altının sinemasal bir şiire dönüştüğü tarifi imkansız rüya gibi sahneler hakim olur.
Kanatlı yunusları andıran, binek aracı olarak hem göklerde hem denizin derinlerinde sürülen “ilo”lar ve yerlilerin ruh ikizi, olağanüstü zeki ve duyarlı balinamsı “tulkun”lar aracılığıyla doğanın tüm yaratıklarının kusursuz uyumunun sürdüğünü görmekteyiz. Filmin sonlarına doğru Quatrich’in öncülüğündeki timin Sully’leri bulmasının ardından neden oldukları felaketler Metkayina kabilesini de etkilemeye başlar ve bu vahşilik karşısında dehşete düşmüş olan Metkayina kabilesi Na’vi kabilesinden dostlarının ardında durur ve onların kanlı mücadelelerine tüm güçleriyle destek çıkarlar. Buradan itibaren müthiş efektler hakim olur filme. Hem hayranlık hem de dehşetin etkisiyle göz kırpmadan izlenen bir saat boyunca aslında bir yıkım ve felaketten daha fazlasını gösteriyor bize Cameron. Filmin sonunda ölen oğlu Neteyam’ın ardından içinde inanılmaz bir öfke yeşeren Neytiri’nin haykırışı ve gözyaşlarının hepimizi dondurduğu ve insan olduğumuz halde Na’vilerin tarafını tuttuğumuz bu savaş insanların yenilgiyle Dünya’ya dönmeleriyle sona eriyor ancak yaşanan onca yıkım zafere sevinmeye yer veremeyecek kadar yürek burkuyor.
James Cameron’un yönetmenliğini yaptığı Titanic ve Avengers: Endagme filmleriyle beraber en yüksek hasılat yapan ve dünya çapında en çok izlenmiş film olan bu bilimkurgu harikasının çıkan yeni filmini öbür filmlerden ayıran noktalardan bahsetmek istiyorum.
Filmin bu kadar izlenmesini sağlayan unsurlardan biri kesinlikle capcanlı muhteşem görsel ve işitsel efektleri. Ancak Avatar’ı yine şatafatlı efektleriyle ön plana çıkan Marvel filmlerinden ayıran nokta eleştirel bakış açısı. Cameron birinci filmindeki sert eleştirel bakıştan vazgeçerek bu filminde felsefi, duygusal ve şiirsel bir anlatıma yönelmiş. İçerisindeki anlamları tek bir başlık olarak değerlendirmek mümkün değil o yüzden birkaç madde olarak değineceğim. Filmin içerisinde çok belirgin olmasa bile en sık değinilmiş konulardan biri ayrımcılık.
“Avatar: Suyun Yolu”nda başta ailenin içinde olmak üzere nerdeyse bütün karakterler bir ötekinin ötekisine dönüşmüştür. Zaten doğaları itibariyle İnsan-Na’vi melezi Kiri ile çok küçük bir insan çocuğu olduğu için dünyaya geri götürülememiş, yaşamını Pandora’nın doğasında maskeli olarak sürdüren, çocukların kankası, içinde büyüdüğü ailenin maskotu Spider birer ötekidir. Jake Sully de farkında olmasa da özgür ruhlu, yaratıcı küçük oğlu Lo’ak’ı dışlamaktadır.
Başka bir örnek olarak bir zamanlar gezegenlerini kurtarmış olan Toruk Maktu ve ailesi, okyanusa uyum sağlamak için bedensel evrim geçirmiş olan Metkayina sakinleri için yetersiz, özürlü birer acemidir. Ayırımcılık, Pandoranın saf doğasına bile bulaşmış, bu dünyanın bedensel ve zihinsel olarak en gelişmiş türlerinden, birlikte uyum ve sevgi içinde yaşamanın simgesi olan tulkunlar bile, büyük bir hata yaptığına inandıkları genç tulkun Payakan’ı toplumlarından kovmuşlardır. Bütün bu ötekileştirilmişler içgüdüsel biçimde dışlanmışlıkla onurlu bir mücadele içindedirler. Jake ve ailesi her şeye rağmen “su insanı” olmak için müthiş çaba gösterirler. Mesela Pandoranın doğası ve ölmüşleriyle iletişime giren Kiri giderek Eywa’ın kanlı canlı bir suretine dönüşür ve canlılarla içten bağlar kurmaya başlar. Hepsi bu yaşama alışır ve kabilenin birer üyesi olurlar. Spider da filmin sonunda insani duygularının sesini dinleyerek ait olduğu yerin neresi olduğuna karar verir. Benzer duyguları
hisseden, ikisi de haksızlığa uğramış Payakan ile Lo’ak sarsılmaz bağlarla birbirlerine bağlanırlar ve çok yakın dost olurlar. Artık Lo’ak’ın ruh eşi olan Payakan ona en içten sırlarını bile açar. Bir orman insanı olmasına rağmen bir tulkuna bu kadar çabuk bağlanmış olmasına herkes çok şaşırır. Desteği birbirlerinden alan bu iki dost insanlarla olan mücadelenin en
beklenmedik anında birer kurtarıcıya dönüşürler. Bu filmin içinde en büyük yeri olan konu ailedir. Aile kavramı ister arada kan bağı olsun ister olmasın aile bireyleri arasındaki sevgi ve sahiplenme bağıyla oluşturulan düşünülenden daha derin bir kavram olarak ele alınmış. Bu kadar değerli bir kavramı yaşatmak, ebeveyn olmak geçirdiği evrime karşın hala asker kalmış Jake için çok güç olduğu anlaşılıyor. Artık tam bir Na’vi olmasına karşın deniz piyadesi eğitiminin onun üzerindeki şartlandırmalarının babalık görevlerine olan zararlı etkilerini de eleştiriyor Cameron. Kendi öz çocukları ona “dad” ya da “dady” olarak değil “sir” olarak hitap eder. Neytiri’nin de belirttiği gibi onlara bir babadan çok bir üst gibi davranır. Film içinde yaşanan olaylar eşliğinde ebeveyn olmanın öncelikle öz ya da edinilmiş çocukları korumak olduğu kadar yeri ve zamanı geldiğinde onları salmak ve serbest bırakmak olduğunu ve onların aldığı kararlara saygı duymak gerektiğini öğrenerek bilinçlendiğine şahit oluyoruz. Filmdeki en büyük yeri tutan bir diğer konu da biziz, yani insanlar. En güzel harikaları bile yok etmeyi becerebilen taşlaşmış kalplerimizin ve bencilliğimiz ile her şeyi rahatça yok edebilmemizin ve bunları yaparken de sanki haklıymışız gibi vicdanımızın sızlamamasının renklendirdiği insanlıktan vahşiliğe sürüklenişimizin bir portresidir bu film. Hep başka canlıların Dünya’yı istila etmesi düşüncesini ters çeviren ve kendi canavarlığımızı tüm çıplaklığıyla utanarak izlediğimiz bir film. Doğa barış ve huzur içinde yaşar ve insan kendini bu bütünden ayrıştırmadan onunla yaşamalı. Doğa ve aile. Var olan en değerli ve en güçlü kavramlardır ve hiçbir güç tarafından yıkılamazlar. İşte size Avatar’ın kıymetli özü.
Comments