tarihin en canlı sayfası: Beyoğlu
- Ali Önce
- 30 Mar 2023
- 4 dakikada okunur
Yazan: Ali Önce

Yüzyıllardır tarihe şahitlik yapan ve canlılığını katlanarak koruyan harikulade ama bir o kadar da çetrefilli bir bölgedir Beyoğlu. Tarihi yarımadanın her köşesinde olduğu gibi buraya da adımınızı attığınız anda tarihin o puslu ve ölümsüz kokusunu almaya başlarsınız. Peki, namı diğer Pera’nın bu serüveni tarihin hangi sayfalarından uzatıyor kollarını, hep beraber göz atalım.
Beyoğlu'na Etimolojik Bir Bakış
Etimolojik bir inceleme yapmak için bölgenin ismini de göz önünde bulundurmamız gerek.
Ortaçağ'dan beri kullanılan Pera ismi Yunanca’ da “karşı yaka” anlamına gelmektedir, bölge Türklerin eline geçinceye kadar uzun yıllar boyunca böyle anılmıştır. Türkler tarafından kullanılan Beyoğlu ismi içinse birkaç farklı rivayet olmakla beraber bunların arasından en güçlüsü Trabzon İmparatorluğu Prensinin İslamiyet’i kabul ederek bölgeye yerleşmesi ve bölge isminin “Beyoğlu” olarak kullanılması yönündedir. 1925’ten beri resmi yazışmalarda Pera değil Beyoğlu ismi geçerlidir.
Rüya Semt Beyoğlu'nun Tarihsel Gelişimi
Beyoğlu, 15'inci yüzyılda bile 100 bini bulan nüfusuyla dünyanın sayılı büyük semtlerinden biriydi. Yüzyıllar boyunca yabancıların açtığı elçilikler, bankalar ve dükkanlarla beraber gerçekleşen göç dalgaları sonucunda Galata Kulesi çevresinden Galatasaray’a kadar uzanan sahada Rum, Ermeni ve Yahudilerden meydana gelen yabancı uyruklular çoğunluğu oluşturdular ve hâlâ devam eden bir Avrupa kenti görünümü yarattılar. Çok eskiden “Grand Rue de Pera” olarak anılan, zamanla Cadde-i Kebir ve Cumhuriyet’ten sonra İstiklal Caddesi denilen ana yol boyunca mağazalar, bankalar, kahvehaneler, tiyatrolar, sinemalar, pastaneler ve eğlence yerleri açıldı. Beyoğlu’nun asırlardır süregelen nefes kesici tarihi yeni sayfalarla çoğalmaya devam ediyor ve bu tarih daha çok uzun sürecek gibi duruyor.

Sultani Öğrencisi Gözünden
Bir Mekteb-i Sultani öğrencisi için İstiklal ve çevresinin önemini ifade etmek pek de kolay olmasa gerek. Haliyle hepimizin burada geçmiş veyahut geçecek seneleri var, kim bilir daha bu semtin sokaklarında edineceğimiz nice tecrübeler, üstesinden geleceğimiz nice zorluklar var. İnsanı olgunlaştıran yaşından ziyade anılarıdır denir ya hani, mektepte geçen şu güzel yıllarımızda Galata’da, Tophane’de, Karaköy’de, Şişhane’de, Galatasaray’da, Taksim’de, Cadde-i Kebir’de ve daha nice semtte biriktirmekte olduğumuz tonlarca anı var bizi biz yapan. İstanbul’umuzun her yanı tarih kokan bu güzide ilçesinde yaşama fırsatını bulmuşken İstiklal Caddesi’ni evimizin ön caddesi yaptıysak eğer attığımız her adımda,çektiğimiz her nefeste bulunduğumuz yerin (gerek bir sokağın, gerekse bir binanın) tam anlamıyla farkına varmamız gerektiği ve hikâyesini, tarihteki yerini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Tahmin edebileceğimiz üzere çevremizde sürekli gördüğümüz lakin geçmişinde neler olduğunu, nasıl yaşanmışlıklar içerdiğini bilmediğimiz pek çok yer var, gelin bu yerler nereleri ve hikayeleri neler beraber öğrenelim:
Yerden Göklere Kanatlanmanın İlk Durağı
Hezarfen Ahmet Çelebi’nin Galata’dan açtığı kanatlarla Üsküdar’a yani Galata kulesinin ezelden beri sevdalısı olan Kız kulesinin bulunduğu semte uçuşunu aramızda bilmeyen yoktur. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi dışında herhangi bir kaynakta geçmediği için doğruluğundan şüphe ettiğimiz bu öykü, günümüze kadar biraz evrilerek de olsa gelmiş ve artık inanan sayısı pek fazla olmasa da tarihimizdeki oldukça ilgi çekici bir efsanevi öykü boyutuna ulaşmıştır.

1609 senesinde doğan Hezarfen Ahmet’in küçüklüğünden beri en büyük hayali uçmaktı. Bu hayalinde ve hedefinde yalnız da değildi, aynı şekilde abisi Lagari Hasan Çelebi de uçmak fikrine ömrünü adamış insanlardan biriydi. Da Vinci’den esinlenerek uzun yıllarını bir kanat modeline harcayan Hezarfen, kimi zaman kendini tehlikeye atarak, kimi zaman uyumadan, yemeden, içmeden çalıştı ve takvimler 1632 yılını gösterdiğinde kanatları artık göklerde süzülmeye hazır hale getirmişti. Lodoslu bir havada, Galata’dan kanatlarını açan Hezarfen’in toplam 3358 metre süzülerek Üsküdar’da Doğancılar semtine indiği iddia ediliyor. Zekasından korkularak dönemin padişahı IV. Murat tarafından Cezayir’e sürüldüğü ve 1640 yılında vefat ettiği de iddialar arasında.
Beyoğlu’nun sadece klasik aşk hikâyelerinin geçtiği ve biraz da tarihsel sürece sahip olan klasik bir semt olmadığını bu hikâyeden fazlasıyla çıkartabiliriz bence. Yerden göklere kanatlanmanın ilk durağı olan bu destansı bölgenin tarihinde bildiğimiz ya da bilmediğimiz daha neler var araştırdığımız zaman çok anlamlı birkaç hikâyeyle daha karşılaşıyoruz. İşte bunlardan bir tanesi daha:
Çiçek Pasajı Öyküsü

24 dükkan üzerine 18 daireden oluşan bu binayı 1876 yılında Beyoğlu’nun sayılı zenginlerinden olan Hristaki yaptırır. Dairelerin olduğu kısma “Cite De Pera” ismini ve onların altında dükkanların bulunduğu bölümeyse kendi adını verir “Hristaki Pasajı”. 1908 yılında binayı Sadrazam Sait Paşa alınca pasaj artık Sait Paşa Pasajı olarak kullanılmaya başlanır. Çiçek Pasajı'nın öyküsüyse tam da bu noktada başlar.

1917 Ekim devriminden sonra İstanbul’a kaçan birkaç Rus kızı, geçimlerini sağlayabilmek için İstiklal Caddesi’nin kenar köşelerinde çiçek satmaya başlarlar ancak ne yazık ki İstiklal Caddesi’nin tek yenileri çiçekçi kızlar değildir. Aynı yıllarda Osmanlı, düşman devletlere mağlup olunca işgal güçlerinin İngiliz, Fransız askerleri İstiklal Caddesi’nde ellerini kollarını sallayarak gezmeye daha beteriyse etraftaki insanlara laf atmaya, insanları taciz etmeye kalkışırlar. Bizim çiçekçi Rus kızlar; korkularından kaçmaya, saklanacak delik aramaya başlarlar ve Sait Paşa Pasajı’na saklanırlar. Sait Paşa Pasajı’nda ne o serseriler vardır ne de bir asayiş sorunu, orada kalmaya karar verir çiçekçi kızlar ve uzun yıllar çiçek satışları oradan yani yeni ve değişen ismiyle “Çiçek Pasajı”ndan yapılır. Günümüzde Çiçek Pasajı’nda ne çiçek var ne de çiçekçi, çiçekçilerden kalan tek şeyse malumunuz pasajın ismi.
Sedad Hocam'dan,
Son olarak anlatmak istediğim hikâyeyse geçtiğimiz günlerde okulumuzun edebiyat hocalarından Sedat hocamın anlattığı Çıksalın Durağı öyküsü. Aslında bu anlatacağıma tam olarak bir hikâye demek ne kadar doğru bilmiyorum. Hikâyeden ziyade bir yaşanmışlığı aktarmak istiyorum sizlere. Şöyle anlatıyor Sedad Hocam:
Marmara Üniversitesi ikinci sınıftayken o zamanki çok sevdiğim ve hâlâ görüştüğüm arkadaşlarımdan Murat’la beraber bir şiir yarışması olduğunu öğrendik. Edebiyat okuyoruz tabi, hevesliyiz böyle şeylere, girdik hemen yarışmaya, o yazdı bir şiir, ben yazdım bir şiir. Yazdığım şiir içime sinmişti ve güzel bir sonuç bekliyordum açıkçası ama Murat’ın yazdığı şiire baktım ve doğruyu söylemek gerekirse hayran kaldım. Çıksalın Durağı hakkında yazmıştı ve durak hakkında yazılmış bence en güzel şiirdi. Murat’ın bir sevdiği olduğunu bilirdim ama kimdir, necidir hiçbir fikrim yoktu, ta ki şiirin öyküsünü sorana kadar. Attilâ İlhan’ın Üçüncü Şahsın Şiiri'nin ve daha pek çok şiirin de ilham kaynağı olan klasik bir senaryodan mükemmel bir şiir daha ortaya çıkmıştı. Bir durak, bir yol veya bir meydanda sürekli olarak sevgiliyle karşılaşma ve bir süre sonra o yere, anlam vermeye başlama durumu söz konusuydu şiirde. Her gün o durakta sevgilisini görürmüş meğerse Murat. Aradan zaman geçti, yarışma sonuçları açıklandı ve hiç de şaşırtmadı, Murat birinci, bense ikinci olmuştum. Şiirin güzelliğine karşı içten içe imrenmedim desem yalan olur ama edebiyatımıza katılan bu harika şiir için de bir o kadar mutlu oldum. Şiire ulaşmak isterseniz arama motoruna “Murat Soyak Çıksalın Durağı” yazmanız yeterli olacaktır.
Çıksalın Durağı
çık da gör
bu durak,bu şehr-i İstanbul’un
ama aslında Çıksalın,dünyanın.
çıksalın durağında elinde karanfil,
masum BİR,yere bakıyor.
çıksalın durağında elinde kitap,
düşünür edasında İKİ,göğe bakıyor.
çıksalın durağında elinde dosya,
orta yaşta ÜÇ,yola bakıyor.
çıksalın durağında elinde baston,
boynu bükük DÖRT,bize bakıyor.
çık da gör.
bu durak, bu şehr-i İstanbul’un
ama aslında Çıksalın,dünyanın.
çık da gör.
bize bakıyor.
Murat Soyak
El-hamra
Ey Perma Dük’ün kızı sevgili Elizabet
Şarkın ruhu dirilir yıkılsa da bu mabet
Ağıtlaşan aşkımız uyusun ve kalkmasın
El-hamra’nın şairi okusun ayet ayet
Ey Perma Dük’ün kızı sevgili Elizabet
Linda Raja bahçesi süslenmiş çiçeklerle
Yokluğuna konulmuş tüm matem çelenkleri
Sonsuzluğa uçuyor ruhum kelebeklerle
İndikçe gözlerime güzellik kepenkleri
Linda Raja bahçesi süslenmiş çiçeklerle
Sedad Yılmaz
Comments